Bizim Kasaba

'İnsan, cahili olduğu şeyin düşmanıdır'

Nükleer Santrallere neden karşı olmalıyız? - Celal Cezim

Three Miles Island, Çernobil, Fukushima derken, sıraya Akkuyu’nun ve Sinop’un da girmesini istemiyorsak Nükleer Santrallere ‘HAYIR!’ demeyi sürdürmeliyiz.

Dış siyasette epey bir itibar kaybetmiş olan hükümet, Nükleer santral sevdasıyla kapı kapı dolanıyor. İç siyasette sonuç aldığı yöntemlerin dış siyasette de işe yaracağını düşünüyor. ‘İş verme’, ‘avanta’ sağlama’ ve kirli pazarlıklar üzerinden güya hem saldırgan politikalarını görmezden gelecek bir müttefik, hem de yalpalı dış politikasında gerektiğinde tutunacak bir dal bulmuş olacak. Ancak, geçmişte Nükleer santral satmak için bin takla atan ve tarifeli ‘komisyon’larla Türkiye’nin kapısını aşındıran batılı ülke ve şirketleri, bu ‘şark zihniyeti’ karşısında biraz ‘etik’ olmayı yeğlemiş olacaklar ki, bizimkisi, nükleer konusunda özgün teknolojisi olmayan Çin’in kapısına dayandı bu kez. Teknolojini düşük kalite ve taklitçilik üzerine kurmuş bir ülkenin ‘Meydin Çayna’ markalı Nükleer reaktörleri için ön anlaşmalar imzalandı bile.

Ekonomik olarak uluslararası sermaye sistemine bağımlı olan geri ülke yönetimleri için, enerji gereksiniminden ziyade, kompleksli dürtüyle sahip olunmak istenen ve bir askeri siyasi güç argümanı olarak da görülen bu Nükleer, namı diğer Atom Santralleri artık eski itibarını yitirmiş olsa da, ülkemizde sürekli gündemde tutulmaya çalışılmaktadır. "Ne var canım, bizim de olsun; radyasyon dersen, televizyondan da alıyoruz; patlama dersen, tüp patlamarından alışığız" gibi cahilane söylemlerle halkı kandıramaya çalışıyorlar. Üretime dayalı olmayan, salt borçlanma, satınalma ve tüketme üzerinden şişirilmeyi büyüme olarak yutturanlar, kah nükleer teknolojisine sahip olma, kah ‘karanlıkta kalma’ teraneleriyle herkesi aptal yerine koymayı sürdürenlere karşı hekimlerin, mühendislerin ve bilim insanlarının, halkı bilinçlendirmede ve duyarlı kitlelerin bu konudaki mücadelesine destek olmak gibi tarihi görevleri olduğunu unutmamamız gerekir.

Vurgulamak gerekirse; sahibolunmak istenen şey aslında iddia edildiği gibi Nükleer Teknolojisi falan değil, sedece Nükleer Elektrik Üretim Santralidir. İşletmesini de satıcı firmanın uzmanları yapacağından nasıl kullanılacağını öğrenmenize gerek kalmayacak; ya da isteseniz de öğretilmeyecek. Bu bir. İkincisi; varlığını burnunuzun dibinde kesintisiz sürdüren çok büyük bir tehlikenin yanısıra, sonraki nesillere devredilecek büyük borçları da getirecektir.

Bu sisteme sahip olunmadığında ne kimse karanlıkta kalacak ne de olmayan sanayi duracaktır. Ama, tarım ve turizm gibi ülkenin temel geçim kaynakları kesinlikle olumsuz etkilenecektir. Siz, Nükleer santralin sözde en güevenilir ve son teknolojisini satın almış olsanız bile.

Çok anlatıldı, çok yazılıp çizildi ama, kısa da olsa bu nükleer macerasında, atılan taşın ürkütülen kuşa değip değmediğine da bakmak için konuya bir kaç alt başlıkla gözatmak yararlı olabilir.

    Nükleer santraller ölümcül radyotoksit maddeler üreterek çalışırlar.

Hiroşima ve Nagazaki halklarının on binlercesini ve canlı adına ne varsa birkaç saniye içinde yok etmiş olan ‘Nükleer enerji’, bölgede canlı neslini ve çevreyi hala etkilemeye devam etmektedir. Bir dönem, Emperyalist siyasetin dünya halkları üzerinde bir tehdit ve yıldırma aracı olarak kullandığı 'Nükleer güç’, devam eden yıllarda bu kez de emperyalist sermayenin bir sömürü ve bağımlılık mekanizmasına dönüşmüş bulunmaktadır. Her kazada keli görünen, makyajı dökülen Nükleer santraller, kötü bir makyaj tazelemesiyle ikiye bir piyasaya yeniden sürülmektedirler.

Ancak geldiğimiz noktada, yakıt olarak kullanılan radyoaktif Uranyum(U235) tepkimesi sürecinde Atom Bombası yapımında kullanılan ve tehlikeli radyotoksit madde olan Plutonyum'u da açığa çıkardığı, dolayısıyla atık maddesi yakıt maddesinden çok daha tehlikeli olduğu, Nükleer santral savunucuları tarafından bile artık inkar edilememektedir. 

III.Nesil, IV.Nesil diye ortaya atılmış olan sözde 'yeni nesil' santrallerin 'eski'leriyle bir farkı yokutur. Kontrol sistemlerindeki bazı iyileştirmeleri saymazsak yakıt aynı, yanma tekniği aynı, fizyon sürecinin anlık bir sapma ile denetimden çıkması olasılığı aynı. Üstelik, atık sorununun çözümü konusunda ortaya atılmış uygulanabilir henüz hiçbir proje bulunmadığından, Nüklerci kapitalist ülkelerin ellerinde birikmiş olan nükleer atıkların gizlice depolanmasına yataklık etmiş olmak da cabası olacaktır.

Kurulum, bakım ve işletmesinin tamamen satıcı ülke uzmanları ve birkaç yerli uzman tarafından yapılacak olması ve bu sürecin santralin ömrü(30-40 yıl) boyunca sürmesi nedeniyle, bu ‘atık transferi’ (ithalatı) kamuoyundan rahatlıkla gizlenebilecek, sonraki süreçte durum öğrenilmiş olsa da, “alın bu ölüm atıklarınızı” demenin de artık pratik bir yararı olmayacaktır.

Doğaya, çevreye ve tüm canlılara binlerce yıl boyunca zarar veren bu radyoaktif atıkların yaşamsal sorunları bile nükleer santrallere karşı olmamız ve buna karşı mücadele etmemiz için önemli bir gerekçe olarak önümüzde durmaktadır.

    Nükleer santraller enerjide dışa bağımlılığı azaltır!

Bu sav koca bir yalandır. Çok uluslu şirketler, ürettikleri nükleer santralleri, 70’li yılların ortalarına kadar kendi ülkelerinde kurup çalıştırırlarken, o yıllarda ABD, İngiltere ve Japonya’da ortaya çıkan ciddi nükleer reaktör kazaları sonrasında, ülke halklarının da karşı mücadeleleri sonucu, bu konuda ciddi politika değişikliğine gitmek zorunda kalmışlardır. Eski Sovyetler Birliği’nde meydana gelen (26 Nisan 1986) Çernobil kazası ile de bu santrallerin ipliği tümüyle pazara çıkmıştır. Duyarlı halk kesimlerinin ‘Nükleer Karşıtı’ mücadelesinin uluslararası boyutta yoğunluk kazanması da bu vesileyle olmuştur. Kamuoyu baskısı sonucu başta ABD olmak üzere Almanya, Fransa, Japonya gibi ülkeler yeni santraller kurmaktan vazgeçerek mevcut kurulu Nükleer reaktörlerin sökümlerini bir plana bağlamışlarsa da, ellerindeki kurulu sistemleri ve depoları dolduran on binlerce ton Nükler yakıtını elden çıkarmanın da telaşına düşmüşlerdir. 

60’lı, 70'li yıllarda, enerji ihtiyacını gidermenin ötesinde bir siyasi statü veya sözde ‘güç’ elde etmek amacıyla ülkelerine bu santrallerden kurdurmak isteyen ülkelerin başında Türkiye gelmekteydi. Dolaysıyla, Nükleer santrallerin sermaye işbirlikçisi gerici iktidarlar tarafından yönetilen bizim gibi ülkelerde kurulmak istenmesinin, Nükleer teknolojinin transfer edilmesiyle izah edilemeyeceği açıktır. Yani, bazılarının öne sürdüğü gibi, bu bir 'Know how' satınalması falan değil; buna ancak bir makine, sistem ya da bir fabrika tedariki denebilir. Satıcı ülkeler, bu santralleri kurdukları ülkelere ellerinde kalmış tonlarca yakıtı hem de toptan satmak ve kendi yetiştirdikleri uzmanlarına iş bulmayı amaçlamaktadırlar. Bu durumda sistemi satın alan ülke teknik gereksinimlerin sürekliği nedeniyle satıcı ülkeye bağımlı olmaktan kurtulamayacaktır. 

    Nükleer enerji pahalı ve tehlikelidir

Radyoaktif element atomlarının nükleer reaktörlerde parçalaanması sonucu açığa çıkan yüksek ısıyla basınçlı buhar elde edilir ve bununla buhar tribünlerinlerinin mekanik döngüsü sağlanır. Bu döngü ile de elektrik üreten jeneratörler çalıştırılır. Yani Nükleer santraaller de bir tür termik santrallerdir aslında. Farkı nükleer yakıt kullanması. Yakıt olarak kullanılan Uranyum, fisyon sürecinde atomlarına ayrışır. Uranyum atomları bu süreçte açığa çıkan Nötronlarla çarpışır. Her çarpışmadan sonra yeni nötronlar açığa çıkar. Yeni nötronlar diğer atomlara çarparak yeni bölünmelere yol açar. Ve bölünme işlemi sürekli tekrarlanarak devam eder. Buna zincirleme reaksiyon deniyor.

Reaksiyon sürecinde atom seviyesi geçişleri nedeniyle ortaya devasa ısı enerjisi çıkar. Isı enerjisinin çok az kısmı elektrik enerjisine dönüşür. Kalan ısı enerjisinin bir kısmı atmosfere salınırken büyük bir kısmı, santralin hemen yakınında bulunduğu su kaynağına verilir. Hem buhar kayıplarını karşılamak hem de reaktörün kalbini sürekli olarak belirli sıcaklıkta tutmak için, Nükleer santrallerde soğutma suyu çok önemli bir faktördür. Bu süreçte yüksek güçte radyasyon da ortaya çıkar. Santral reaktörlerindeki yanma (reaksiyon) esnasında ortaya çıkan radyasyon, hiç bir işe yaramayan zararlı bir sonuçtur.

Maden işletmeciliği yöntemleriyle yeraltından çıkarılan ve büyük maliyetlerle işlenerek yakıt haline getirilen radyoaktif Uranyum elementinin hem yakıt olarak hem de atık olarak sıradan depolanma maliyetleri bile santralden elde edilen enerjinin yarı maliyetini geçmektedir. Kaldı ki cevherdeki doğal oranı %0.72 olan Uranyum235 yakıt olarak bir işe yaramadığından, bu oranın en az %3'e yükseltilmesi gerekmektedir. ‘Zenginleştirme’ de denilen bu meşagatli ve zaman alıcı süreçte, çok fazla enerji harcanmaktadır. Yani Uranyum, kömür gibi kazanlara dökülerek yakılmamaktadır. 

Kurulum ve inşaat aşamasındaki maliyeti, gözetilen güvenlik önlemelerine bağlı olmakla birlikte çok yüksektir. Olası radyasyon sızıntısına ve kazalara karşı önceden alınmış her önlemin belirli bir maliyeti vardır. Ayrıca işletme sırasında, güvenlik düzeyinin derecesine bağlı olarak oluşan maliyet de ürün maliyetini yüksek tutacaktır. Buna uzman işletmenlerin ve santral yönetiminin maliyetini de eklediğimizde bu kez ortaya çok pahalı bir elektrik enerjisi çıkacaktır. Eğer bir nükleer santralde üretilen elektrik enerjinisin kwh maliyeti düşük çıkıyorsa, orada güvenlik seviyesi de düşük demektir.

Doğayı, insanı, insanlığın geleceğini hesaba katmayan, atıkları araziye gömülen, katlı koruma duvarları olmayan santraller söz konusu olursa, belki makul maliyette enerji sağlanabilir! Ancak bu sürdürülemez. Bu konuda giderek bilinçlenen kamuoyunun baskısıyla artırılacak güvenlik önlemleri, nükleer reaktörlerden elde edilecek enerjinin maliyetini de doğal olarak artıracaktır. Bu da, propagandasında söylendiği gibi 'ucuz enerji' değil, pahalı enerji anlamına gelecektir. 

Bir tarihte, İstanbul NCR fuarında katıldığım bir panelde, nükleer santrallerin faydalarını anlatan bir profesöre yazlı olarak, “Anlattığınız özelliklerde ve güzellikte kurmayı planladığınız nükleer santralden elde edilecek bir kilovat saat enerjinin maliyetini hesapladınız mı?” diye sorduğumda sessiz kalmış; diğer bir konuşmacı imdadına yetişirek, 14-15 Dolar-Cent tahmininde bulunmuştu. Yani ortada bir tahminden öte bir veri ve hesap falan yoktu. İşte bu belirsizlikler nedeniyle de, 'Nükleer Elektriği' ile ilgili kesin bir maliyet hesabı yapılamamaktadır. Belki yapılmıştır da çıkan rakamlar çok yüksek olduğundan ifade edilmekten kaçınılmaktadır.

    Nükleer enerji tükenmez bir enerji değildir

Yeraltından çıkarılan nükleer yakıt hammaddesi Uranyum da diğer tüm fosil yakıtlar gibi doğada sınırlı miktardadır. Yani sonludur. Yakıtın sonu geldiğinde Nükleer santrallerin de sonu gelecek ve kapanmak zorunda kalacaklardır.. Geride de binlerce yıl yok olmayacak nükleer çöp stokları bırakacaklar. Bir reaktör 1 yılda 20 ton yakıt artığı çıkardığı bilindiğine göre, doğayı ve canlıları tehtid edecek radyotoksit madde miktarını siz hesaplayın.

İşte bu nedenle diyoruz ki, söz konusu Uranyum cevherleri yerlerinde kalsın ve işlenerek tehlikeli hale getirilmesin. Böylece atom silahlarının üretimi de engellenmiş olur.

Nükleer macerasının ülkemizdeki ayağına yakından bakarsak; Nükleer enerjiyi dayatanların 'enerji sorunu'nu aşma niyetiyle yakından bir ilişkilerinin olmadığını görürüz. Ülkemizdeki elektrik kayıp kaçakların sadece %5 düşürülmesi ile bile Mersin’e ve Sinop’a yapılmak istenen santrallerin üreteceğinden fazlasının kazanılabileceği hesaplarıyla birlikte defalarca ilgililerin önüne konulmuştur. Kaldı ki ülkemizin %10 büyüklüğünde bir kayıp kaçak önleme potansiyeli ve yine aynı büyüklükte 'tasarruf enerjisi' potansiyeli olduğunu da on yıllardır dile getiriyoruz.

Ayrıca kömürüyle, jeotermaliyle, barajlarıyla, güneşiyle, rüzgarıyla bir enerji cenneti olan olan ülkemizde; yöneticilerin bu konudaki inatlarını anlamakta zorlanıyoruz. Ya "bizim de olsun" sevdasının peşindeler, ya da birilerine müşteri olmanın sağlayacağı bizim bilmediğimiz başka avantajların hayalindeler.

Sonuç

Dünya nükleer enerjiden vaz geçerek temiz ve sürdürülebilir enerji kaynaklarına(rüzgar, güneş, jeotermal, biyokütle vd) yönelirken, bugünkü elektrik kullanım kapasitesi 45.000 MW'ı geçmeyen ülkemizde; 50.000 MW'lık hidrolik, 85.000 MW'lık rüzgar,; 100.000 MW'dan fazla güneş ve 30.000 MW'lık jeotermal enerji boşa akıp gitmektedir. Bu gidişe artık 'dur' denilmeli. Gerçekleri her fırsatta ve çeşitli araçlarla kamuoyuna anlatmk için olası tüm yöntemler kullanılmalı.  
 (Celal Cezim – Elektronik Mühendisi)


EKLER:

Nükleer haberler:

"Japonya son nükleerini de kapatıyor!
Japonya’da ‘nükleersiz yaşam’ 5 Mayıs 2012'den itibaren başlıyor. Japonya’nın kuzeyindeki Hokkaido adasında bulunan Tomari Nükleer Enerji Santrali’nin kapatılmasıyla, Japonya’da çalışır durumda hiçbir nükleer reaktör kalmayacak. Japonya, geçtiğimiz yıl yaşanan Fukuşima nükleer felaketinin ardından aşamalı olarak ülkedeki 54 (biz 2 adet kurmaktan bahsediyoruz.) reaktörü kapattı. Enerji verimliliği tedbirleri sayesinde, ülkede elektrik sıkıntısı yaşanmadı."(Alıntı)

"Almanya’daki güneş enerjisi santralleri, geçtiğimiz hafta 22GW ile (tam kapasitede çalışan 20 nükleer santrale eşdeğer) bir dünya rekoruna imza attı. Alman hükümeti geçtiğimiz yıl Japonya’da gerçekleşen Fukushima felaketinin ardından nükleer enerji üretimine son verme kararı almış, bu çerçevede sekiz nükleer santrali derhal kapatmanın yanı sıra geriye kalan dokuz santrali de 2022 yılına kadar kapatma kararı almıştı.” (EurActiv)

Japonya'da hükümet, Fukushima nükleet felaketinden sonra kapatılan nükleer reaktörleri yeniden açacağını açıkladı

Japonya'da 2011 Nisan'ında yaşanan Fukushima nükleer felaketinin ardından nükleer reaktörleri kapatan Japonya hükümeti, faaliyetlere yeniden başlanacağını açıkladı. Çevre savunucuları başta olmak üzere toplumsal muhalefetin geniş bir kesiminin tepkilerine karşın mecliste yapılan oylama ile Ohi'deki Kansai Elektrik Enerjisi İşletmeleri'nin iki nükleer reaktörünün yeniden açılması onaylandı.

Japonya'da geçtiğimiz yıl yaşanan felaketin ve yükselen tepkilerin ardından 50 reaktör kapatılmıştı. Felaket, dünya tarihinde Çernobil'den sonraki en büyük felaket olarak nitelendirilmişti.
Sendika.Org (16.06.2012)

Nükleer yalanlar!

"Akkuyu Nükleer Santral Projesi'nde yüz binlerce parçadan oluşan bir sistemin söz konusu oldugundan ülkemiz sanayinde daha fazla katma değer ve istihdam oluşturacak yeni alanlar olusturacaktır ve Akkuyu Nükleer Santrali,1200 MWe'lık dört üniteden oluşacak ve toplam 4800 MWe'lık kurulu gücü sahip olacak. Bu rakam da Türkiye'nin bugünkü kurulu gücünün yaklaşık yüzde 9'una denk geliyor. Toplam 20 milyar dolara mal olması beklenen projenin 10 milyar dolarlık makine, ekipman ve inşaat kısmının Türk firmaları tarafından karşılanması öngörülmektedir "(enerjiplatformu.org)

  
1473 kez okundu

Yorumlar

nüklearrr     27/04/2012 11:01

iyi söylemişsin
Misafir -

teşekkürler     26/04/2012 23:01

bu konuyu yeni anladım galiba
Misafir -

Nükleer santraller azalıyor     26/04/2012 23:38

Fukuşima'dan sonra yeni nükleer santral sayısı dramatik bir şekilde azaldı. Japon reaktörünün bir yıl önce kapanmasının ardından, yeni reaktör inşaatı sayısında görülen düşüş, nükleer enerjiye ilginin azaldığının delili..
Misafir -