Yusuf Ziya Bahadınlı ile söyleşi-Nazım Alpman Türkiye 1965 yılında dünyanın en gelişmiş ülkesi kabul edilen ABD’yi uzak ara geride bırakan bir demokrasiye sahip durumdaydı. O yıllarda ABD’de siyahların seçme ve seçilme hakları yoktu. Bunun için mücadele ediliyordu. Türkiye’deyse 1961 yılında kurulmuş olan ve sosyalizm için mücadele edeceğini ilan eden Türkiye İşçi Partisi (TİP) 1965 genel seçimlerinde 15 milletvekiliyle Parlamento’ya girmişti. Tabii bu durum ülkenin sağ cenahının içine sinmiş değildi. Daha seçimler yapılmadan Adalet Partisi’nin Genel Başkan Yardımcısı Faruk Sükan, TİP için “İki kişi bile gelseler Meclis çalışamaz” demişti. TİP ülkede büyük bir heyecan dalgası yaratmıştı. Köy Enstitülü efsane öğretmen Mahmut Makal’ın “TİP aday listesi orada yer alanlar için onur belgesidir” dediğini Nihat Sargın TİP’li Yıllar kitabında açıklıyor. Eski TİP’in son genel başkanı olan Sargın 1965’te sosyalist bir partiye olan teveccühü izah ederken de TİP’ten milletvekili olmak için başvuranların arasında ordudan emekli olmuş üç general, yedi albay ve dört yarbayın olduğunu yazıyor. UZUN ZAMAN ÖNCETürkiye tarihinde çok önemli bir dönemeç olan 15 TİP’li üyeye sahip Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki (TBMM) vekiller arasında Yusuf Ziya Bahadınlı da vardı. Bugün 97 yaşında olan Bahadınlı gerçek anlamda “yaşayan efsane” olma özelliğine sahip… Yusuf Ziya 1927 yılında Yozgat’ın Sorgun ilçesine bağlı Bahadın köyünde dünyaya geldi. İlkokulu ve ortaokulu bitirdikten sonra Pazarören Köy Enstitüsü ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nü bitirdi. Türkiye’nin eğitimde devrim niteliği taşıyan uygulaması Köy Enstitüleri’nin ilk mezunlarından olan Bahadınlı edebiyat öğretmeni olarak çalıştı. Hür ve Yeni Dünya yayınevlerini kurdu, yirmi yıl bu alanda uğraş verdi. 1965 genel seçimlerinde de Yozgat milletvekili olarak parlamentoya girdi. Türkiye’nin bütün sancılı yıllarına tanık oldu. Doğru cümle şöyle olmalı: Türkiye’nin -hiç bitmeyen- bütün sancılı yıllarında “birinci tanık”tı. Benim Bahadınlı’yla olan dostluğum 13 Şubat 1999’da başladı. Milliyet’in Hannover muhabiri Halit Ayaroğlu tanıştırmıştı bizi. O günün anısına öyle bir aşk adlı anılar kitabını imzalamıştı, “13 Şubat sevgisiyle” diyerek. TİP, 1961 yılının 13 Şubat günü kurulmuştu. Araya uzun yıllar girdikten sonra yeniden bir araya gelmemiz iki yıl önce ortak dostumuz edebiyatçı Sadık Albayrak sayesinde oldu. Konuklarını her zaman büyük bir misafirperverlikle karşılayan Bahadınlı’yla İstanbul’daki evinde görüştük. Doğduğunuz köyden başlarsak neler anlatabilirsiniz? “9 Eylül 1927’de dünyaya geldim. Ama bu tarih bana göre kuşkulu! Çünkü nüfus cüzdanım ilkokula başlarken çıkarıldı. Nüfus memuru İzmir’in sanırım kurtuluş gününü uygun görmüş, öyle yazmış. Doğduğum evde otuz beş kişi bir arada yaşıyorduk. Ne kadar ilgi görebildiğimi varın siz düşünün. Bu iyi de oldu. Kendi hâlime bırakıldım, bol bol hayal kurdum.” KÖY ENSTİTÜLÜ ÖĞRETMENYusuf Ziya, ilkokulu doğduğu köy Bahadın’da okuyor. Bahadın Yozgat’ta Alevilik kültürüyle yoğrulmuş bir vaha gibidir. Ancak ortaokula geldiğinde başka gerçeklerle karşılaşıyor Bahadınlı. “Bir defa ilkokulda hiçbir şey öğrenmediğimi öğrendim. Bir öğretmenim bana saati sordu, bilemedim! Yine de köyde çok mutluymuşum. Bunu Yozgat’a, ortaokula gelince daha iyi anladım. Köyde olmayan bir ayrımcılıkla burada karşılaştım. Sınıf arkadaşlarım, bazı öğretmenlerim, sokaktaki insanlar sürekli olarak beni aşağılıyordu. Onlara göre adım ‘Kızılbaş çocuğu’ydu. Ortaokulla hayatımda iyi şeyler de oldu. Pantolonu, ceketi ve ayakkabıyı ortaokulda giydim. Sonra şansımı döndüren başka bir gelişme oldu. Kayseri Pazarören Köy Enstitüsü’ne girdim. Eğer 17 Nisan 1940 yılında bu okullar (Köy Enstitüleri) açılmamış olsaydı ben katiyen okuyamayacaktım. Düşünen, sorgulayan öğrenciler daha doğrusu öğretmenler yetiştirdi bu eğitim yuvaları. Biliyorsunuz ben 1965 yılında TİP milletvekili olarak Meclis’e girdim. Orada yaptığım ilk konuşmada ‘Yozgat’ın Bahadın köyünde ayağımda çarık bacağımda şalvar hayvan güderken elimden tutup beni ülkemin geleceği üzerine söz sahibi eden Köy Enstitüleri’ne şükranlarımı sunarak söze başlıyorum’ demiştim. Bunu hiç aklımdan çıkarmıyorum. Her vesileyle de anıyorum. Enstitülerdeki kitaplıklar bizim için birer özgürlük deniziydi. Okumamızın önünde hiçbir engel yoktu. Ders saatleri ve tarlada çalışma (ki bu da bir dersti) dışındaki bütün zamanımızı kütüphanede geçirebiliyorduk.” Köy Enstitüleri’ndeki eğitim yöntemi hakkında sağ cenahtan çok eleştiri yapıldı. “Buralarda komünist yetiştiriliyor” gibi. Siz içindeydiniz, var mıydı böyle şeyler? “Köy Enstitüleri’ndeki eğitim ve öğretim yöntemi kişiyi komünist yapmazdı. Oralardaki hava sanatsal, siyasal ve demokratik açılardan geniş kitap okuma özgürlüğü sayesinde düşünen, soru soran, eleştirel bir beyin yaratabilirdi. Nitekim yarattı da… Ben 1944’te Pazarören Köy Enstitüsü’nü bitirdim. Bahadın’a döndüm. Üç yıl köy öğretmenliği yaptıktan sonra 1947’de Ankara Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’ne gittim. Bir yıl okuduktan sonra Yüksek Köy Enstitüsü kapatıldı. İsmet İnönü Cumhurbaşkanı, Cumhuriyet Halk Partisi de iktidardaydı. Köy Enstitüleri’nin ilk dönem öğretmenlerinden Abdullah Özkucur’un ‘Köy Enstitüleri kuran irade tarafından kapatılmıştır’ tespiti, son derece yerindedir. Hasanoğlan kapatılınca bizi Balıkesir Eğitim Enstitüsü’ne yolladılar. Yönetmelik izin vermiyor diye Hasanoğlan’da okuduğumuz bir yılı saymadılar. İki yıllık eğitim enstitüsünün ilk iki yılını Balıkesir’de, son iki yılını da Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat bölümünde okuyarak dört yılda bitirdim.” TİP’Lİ YILLARYusuf Ziya Bahadınlı 1951 yılında Gazi Eğitim mezunu ve iyi yetişmiş bir öğretmen olarak eğitim ordusuna katılıyor. Toplamda on yıl öğretmenlik yaptığını anlatırken “Üç yıl köy öğretmenliği, yedi yıl köy enstitüsü, öğretmen okulu, lise edebiyat öğretmenliği yaptım” diyor. Sırasıyla İspir Ortaokulu, Kars Cılavuz Köy Enstitüsü, Konya İvriz Öğretmen Okulu, Düzce Ortaokulu, Bakırköy Lisesi ve İstanbul Erkek Lisesi’nde Türkçe ve edebiyat öğretmenliği yapıyor. 1950’li yıllar ülkede Demokrat Parti’nin (DP) iktidar yıllarıdır. Cumhurbaşkanı Celâl Bayar, Başbakan ise Adnan Menderes’tir. “Türkiye’ye demokrasiyi getireceğim” iddiasıyla 1950 seçimlerinden ezici bir üstünlükle galip çıkan DP, ilk olarak “1951 Tevkifatı”yla işe başlar ve yasa dışı Türkiye Komünist Partisi (TKP) üyesi oldukları savıyla pek çok aydını cezaevine yollar. Komünistlerden başlayan DP’nin muhalefet tahammülsüzlüğü giderek genişler, Cumhuriyet’i kuran parti CHP’ye kadar gelir. Kurtuluş Savaşı kahramanı, Türkiye’nin ikinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün seçim gezilerine saldırılar düzenleme boyutlarına varır. Yeni baskı yasaları hazırlanırken İsmet Paşa “Sizi ben bile kurtaramam” diye son uyarısını yapar. DP Türkiye’yi on yıl yönettikten sonra 27 Mayıs 1960’a getirdi. On yıllık demokrasi deneyimi askerî müdahaleyle bitti. Kurucu Meclis yeni anayasa ve yasalar 1960’ların umutlu başlamasına neden oldu. Bahadınlı’nın sosyalist hareketle bağlantısı 1961 yılında kurulan TİP’e 1963 yılında üye olmasıyla başlar. 1965 genel seçimleri hem onun hem de Türkiye’nin dönüm noktasıdır. 1961 Anayasası’nın getirdiği özgürlük ortamı TİP gibi bir partinin kurulup seçimlere katılma hakkını elde etmesi yanında, parlamentoya girme imkânı da sağlıyordu. Yürürlükte olan millî bakiye seçim sistemi sayesinde TİP Türkiye’nin değişik bölgelerinden 15 milletvekili çıkarabiliyordu. Bu vekillerden biri de Yusuf Ziya Bahadınlı’ydı. Milletvekili arkadaşlarınızı hatırlıyor musunuz? “Hatırlamaz olur muyum? Genel Başkanımız Mehmet Ali Aybar, Rıza Kuas, Muzaffer Karan, Tarık Ziya Ekinci, Sadun Aren, Yahya Kanpolat, Cemal Hakkı Selek, Adil Kurtel, Behice Boran, Yunus Koçak, Şaban Erik, Ali Karcı, Kemal Nebioğlu, Çetin Altan etti on dört, benimle on beş. TİP 1965’te 54 şehirde seçime girdi. 276 bin 101 oyla yüzde 2,97 oy oranına ulaştı. O yıllarda Türkiye’nin nüfusu 30 milyon civarındaydı (1965 nüfus sayımı: 31.391.421). Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) bizi bağrına bastı diyemem! Demokrat Parti’nin devamı olan Adalet Partisi’nin içişleri bakanı bizim soluk alışımızı bile dinlediklerini Meclis kürsüsünden söyleyebildi. Bütçe görüşmelerinde Çetin Altan’a hep birlikte saldırdı bu iktidar milletvekilleri. Çetin yerdeyken tabanca kabzasıyla vuruyorlardı ki (TİP’li vekil) Yunus Koçak üzerine kapanıp ölümden kurtardı.” Siz de böyle şeyler yaşadınız mı? “Biz Meclis içinde toplu olarak hareket ederdik olur olmaz bir saldırıya uğramayalım diye. Bir gün Meclis koridorlarında iktidar partili vekiller önümüzü kesti. Çok kalabalıklardı. Bazıları vurmuyor, ayırmaya çalışıyordu ama nedense bizi tutarak onların serbestçe yumruk tekme atmalarını sağlıyorlardı. İçlerinden birini biliyordum, Köy Enstitüsü’nde okuyarak gelmişti. Kavga bittiğinde gözüm ona ilişti. Dedim ki: ‘Bunlar vuruyorlar, kendilerine göre nedenleri olabilir, sen neden tekmeledin beni?’” Utandı mı? “Hiç unutmuyorum aynen şöyle dedi: ‘Neden vurmayacakmışım, ben milletvekili değil miyim?’ Böyle bir Meclis yapısı vardı. Şunu da eklemeliyim, TİP 15 milletvekiliyle dört yıllık dönemde Meclis’in yasama görevini yerine getirmesinde en fazla katkıyı yapan parti oldu. TİP ile yeni bir dünya kuruluyordu. Uzun yıllar baskı altında tutulan sosyalist düşünceye bir tür ev sahipliğine hazırlanıyorduk. Bu yeni duruma ne devlet hazırdı ne de toplum. Parti benim için okul oldu. Hem öğreniyor hem de uyguluyorduk. Önemli şeyler yaptık.” BİR ÖMÜR MÜCADELEYusuf Ziya Bahadınlı, parlamentoya girmeden önce öğretmenlikten ayrılmıştı. Yayınevi kurarak kitaplar bastı. En çok da kendi yazdıklarını… Nasıl yayıncı oldunuz? “1958’de öğretmenlikten kesin olarak ayrıldım. O yıllarda yayınevi kurmak benim için önlenemez bir istekti. Kadıköy’de bir dükkân açtım. Kitapevi olsun istiyordum. Ama kitapevi kolay değildi. Yürütemeyeceğimi anlayınca bakkaliyeye dönüştürdüm. Amacım önce para kazanmaktı. Bu yayınevi için gerekliydi. Hür Yayınevi’ni kurdum. Yayınladığım ilk iki kitap öğrenciler içindi. Deyimlerimiz ve Kaynakları ile Türkçe Deyimler Sözlüğü 1958’de çıktı. İlk hikâye kitabım İtin Olayım Ağam 1964’te, ilk romanım Güllüceli Kazım 1965 yılında yayımlandı.” Türkiye yakın tarihinin canlı tanığı olan Yusuf Ziya Bahadınlı; pek çok insan için “Artık benden geçti” denilen yaşlarında yeni Türkiye Komünist Partisi’ne (TKP) üye kaydı yaptırıyor. Bununla kalmıyor, bir de Nâzım Hikmet Kitaplığı armağan ediyor partisine… Artık ileri yaşlarında olduğunu kabul ediyor. İstanbul’un “göbeği” tabir edilen Beyoğlu’ndaki evinde, sakin bir hayat sürüyor. Günümüz gelişmelerine acı bir tebessümle yanıt veriyor: “Az gittik uz gittik dere tepe düz gittik. Bir de dönüp baktık ki bir arpa boyu yol gitmişiz!” BAHADINLI’NIN KİTAPLARIHikâye: İtin Olayın Ağam (Hür Yayınevi, 1964), Haçça Büyüdü Hatiş Oldu (Yeni Dünya, 1978), Geçeneğin Karanlığında (Yeni Dünya, 1982), Titanik’te Dans (Yeni Dünya, 1986), Tavandaki Kırmızı (Hikâyelerinden Seçmeler, Morbenek, 1999), Bir Hikâyem Var (Hikâyelerinden Seçmeler, Yazılama Yayınevi, 2017) Roman: Gülleceli Kâzım (Hür Yayınevi, 1965, 1982; Morbenek, 2004), Gülleceyi Sel Aldı (Hür Yayınevi, 1972; Yeni Dünya, 1978; Morbenek 2003), Gemileri Yakmak (Yeni Dünya, 1977; Hitit, 1989; Milliyet, 1990), Devekuşu Rosa (Cem Yayınevi, 1991), Lidya Gözleri Yaprak Yeşili (Morbenek, 1996, 2000) Anı: Öyle Bir Aşk (Sarmal, 1993; Say, 1995; Gelenek, 2000; İmge Kitabevi Yayınları, 2007), Meclis’in İçinde Vurdular Bizi (Asya – Şafak, 2006) Röportaj: Nazım Alpman Alındığı sayfa: İSTanbul |
32 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |